NOBUYOSHİ TAMURA, AİKİDONUN KARTALI
(Türkçeye çevirenin notu: Bu Türkçe çeviri ilk kez olarak 2015 eylülünde www.abf.org.tr sitesinde yayımlanmıştır. Eylül 2019 ve Ekim 2022’de gözden geçirilip imla ve çeviri eksikleri giderilmiştir.)
(İngilizceye çevirenin notu: Bu röportaj Leo Tamaki tarafından Japonca olarak gerçekleştirilmiştir. Leo Tamaki’nin Fransızcaya çevirip www.leotamaki.com adresinde yayımladığı röportaj metni Edinburgh Aikidō Kulübü tarafından İngilizceye çevirilmiştir. Tüm çeviri hataları {İngilizceye} çevirenlere mahsustur. Bu makaleyi yayımlamak veya kullanmak isteyenler ilk olarak Leo Tamaki’nin [tamaki.leo@gmail.com] iznine başvurmalıdır.)
NOBUYOSHİ TAMURA
Nobuyoshi Tamura (Aikikai, 8. dan), aikidōnun kurucusu Morihei Ueshiba’nın en yakın öğrencilerinden biriydi. Dostane gülüşü ve narin yapısı, tıpkı delip geçen bakışları ve teknik uygularken gösterdiği ustalığının bilindiği gibi, tüm aikidō çalışanlar tarafından bilinirdi. Tamura Sensei’nin aikidōsu hızlı, zarif ve olabildiğince gerçekçiydi. 50 yılı aşan aikidō deneyiminden sonra Sensei’nin sanatı o kadar mükemmelleşmişti ki, tekniklerindeki yüzeysel olan her şey gitmiş ve geriye sadece, deneyimi az kişilere neredeyse görünmez, sihirli gibi gelen ve zarif bir şekilde ortaya çıkan, “sanatın özü” kalmıştır. Bu röportajda Sensei uzun aikidō hayatındaki anıları hatırlayacak ve yansıtacak. İşte delip geçen bakışları ve muhteşem bir mizah anlayışı ile efsanevi üstat!
Merhaba Sensei. Budō ve Bujutsu arasındaki fark nedir?
İlk başta savaş teknikleri, kazanılan karşılaşmaların analizlerinden ortaya çıkmıştır. Bu, ilk kumi tachilerin (kılıçlarla yapılan eşli çalışma) ortaya çıkmasına sağlamıştır. Belli hareketlerin, kişinin belli saldırılara karşı koyabilmesini sağladığı keşfedildi. Zamanla teknikler, çalışırken uygulanabilecek bir metot haline getirilerek birleştirildi. Buna rağmen bu farklı kişiler için farklı anlamlara sahip. Bazıları için yıkıcı bir güç iken bazıları için barışçıldır. Jutsu “teknik”i, dō “yol”u ifade eder. Jutsuyu çalışmak, bir amaca ulaşmak için teknik öğrenmektir ve tekniğin kullanımı kendi içinde bir sondur. Dōyu çalışmak ise hepimizin içindeki kişiye giden yolu takip etmektir, hepimizin kullanabileceği bir öğreti ve herkese ulaşılabilir olma düşüncesiyle oluşturulmuş bir yoldur. Bu düşünce aynı zamanda Şintoizm ve Budizm’in de temelidir. Maalesef günümüzde bu asıl düşünceden çok uzağız.
Bazı hocalar öğretimlerinde Zen’e, bazıları ise Şinto’ya başvuruyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Bunda bir terslik yoktur. Japon kültürü dōjōlarda yoğurulmuştur ve kimse onu sınırlandıramaz veya bölemez. Her şey ahenkli bir bütün içindeki kendi yerini bulur. Biri öldüğünde bir keşiş gelir ve cenaze düzenlenir, evlilik Şinto geleneklerine göre gerçekleştirilir. Ama maalesef günümüzde giderek artan sayıda çift kiliselerde evleniyor. Zen, Batılılar tarafından kolay anlaşılmayan ama Japonya’da çok doğal olan bir şeydir. Japonya’da doğmak, hem Zen hem de Şintoizm’i içeren ve hiçbir şeyin ayrıcalıklı olmadığı bir bütünün içinde doğmaktır. Eğer birisi budonun ruhani çerçevesini bilmezse sadece dövüş teknikleri öğrenmiş olacaktır. İşte bu yüzden Japon kültürünün ardındaki ruhu öğrenmenin, aikidōnun daha kolay anlaşılmasını sağladığını düşünüyorum.
Yani size göre aikidōyu anlamak için Japon kültürünü bilmek mi gerekli?
Şart değil ama kişinin daha hızlı ilerlemesini sağlayacaktır. Bu reddedilemez bir gerçek. Basit bir örnek olarak lisanı ele alalım. Japon biri için, yeni başlamış bile olsa, shihōnage (dört yön fırlatışı) gayet açıktır. Tekniğin ismi onun fiziksel uygulanışı yansıtmaktadır. İsmi duyduğu zaman biri bunun dört yöne yapılan bir fırlatış olduğunu anlayabilir, kolaylıkla bunun tüm yönleri ifade ettiği sonucunu çıkartabilir ve tekniğin özünü daha derinden anlayabilir. “İrimi” kelimesi Fransızcaya çevrildiği zaman “girmek” anlamı verir ama bu çok belirsiz bir ifade olacaktır ve tekniği anlamak için bu tek kelimeye güvenmek çok zor olacaktır. Aynısı hitoemi ve sankakuhō için de geçerlidir. Bir Japon içgüdüsel olarak bu ifadelerin anlamlarını anlayacaktır çünkü derin ve geniş anlamları olan kanjilere aşinadır. İngiliz edebiyatını öğrenmek isteyen birinin, Shakespeare’in Fransızca tercümelerine muhtaç kalmasındansa İngilizce öğrenmesi iyi olmaz mıydı (Kahkaha atar)?
Deshimaru Sensei ile tanışıklığınız var mı?
Evet, onu Nakazono Sensei ve Makrobiyotik Diyet ile uğraşanlar aracılığıyla tanıdım. Deshimaru Sensei, Osawa Sensei’nin arkadaşıydı ve şahsına münhasır biriydi. O Fransa’ya geldiği zaman Zen meraklıları için bir toplantı ayarlanmıştı ve “Zazen nedir?” diye sorulduğu zaman masanın üstüne oturup zazen yapmış ve ardından çıkıp gitmişti (Kahkaha atar).
Fransa’dan Japonya’ya, ABD’den Kuzey Afrika’ya birçok değişik yerde eğitim veriyorsunuz. Peki, eğitim verdiğiniz yere göre eğitim tarzınızı değiştiriyor musunuz?
Her ülke kendine has kültüre sahip ama bütün öğrenciler nereye gidilirse gidilsin aynı ve tek olan aikidōyu çalışıyor. Bana gelince, ben her bir birey için olabildiğince anlaşılır bir biçimde sunmaya çalışıyorum. Çok büyük farklar bulunmuyor. Basit bir şekilde soruları cevaplamaya ve düzletilmesi gereken şeyleri görmeye çalışıyorum. Ülkeye göre ikincisi değişebiliyor, ama aikidōnun özü hep aynı kalır. Tabii ki de bazen belli kültürel detayları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Örneğin Müslüman ülkelerde bazı öğrenciler seizada selam verme konusunda isteksiz olabiliyor. Ben de onlara selam vermenin Japonya’da bir karşılama şekli, minnet ve saygı ifadesinden başka bir şey olmadığını açıklıyorum. Geçenlerde bir üst seviye çalışmasında (4. dan ve üstü için) ben oturur şekilde açıklama yaparken birisi ayağa kalktı. Japonya’da bu meydan okuma olarak algılanırdı. Batıda bir hanım veya önemli birisi geldiği zaman ayağa kalkılır. Önemli kişiler oturuyor olanlardır. Japonya’da ise tam tersi geçerlidir. Ve önemli kişiler ayaktadır. Bunlar küçük şeyler ama anlamları zıttır ve karşınızdaki kişinin, niyeti öyle olmasa dahi, size karşı saldırgan davrandığı izlenimini oluşturabilir. Eğer bu niyetler iyi anlaşılmaz ise yanlış anlaşılmaya ve kazalara neden olabilir. Bu tür yanlış anlaşılmalar, bir şeyler açıklandıkça ortadan kaybolur. İşte bu yüzden başkalarının kültürünü öğrenmenin faydalı olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde Japonya’daki gençliğin geleneksel öğretilere karşı ilgisiz olduğu görülmektedir. Siz ne bu konuda düşünüyorsunuz?
Benim zamanımda savaş sanatları çalışmaları okullarda zorunluydu ve jimnastik çalışmaları fiilen var olmadığı için bizim beden çalışmalarımız, savaş sanatları çalışmalarından ibaretti. Jimnastik direğinin etrafında bir tur atabilen yetenekli bir beden hocası herkesi etkilerdi (Kahkaha atar). Kızlar naginata, erkekler de jūdō ve kendō çalışırdı ve bu bizim için normaldi. Günümüzde genç insanlar savaş öncesi-Japonya’yı ve onun ruhunu bilmiyorlar. General Nogi gibi kişileri ve onların temsil ettiği değerleri bilmiyorlar. İnsanı geliştirmek ve bu geleneksel değerleri korumak için oluşturulmuş öğretiler onların gözünde demode. Dahası, bu öğretilerin kalbi olan reigisahō (âdap) giderek önemini kaybetmekte ve günümüzde bu disiplinlerin çalışılması, insanlara boksun onlara getirdiğinden daha fazla bir şey getirmemektedir. Kendō ve jūdō sanatları sadece yarışmadan ibaret şeyler haline gelmiş ve bir spora dönüşmüştür.
Bugün gençler budō çalışmıyor, hatta onun ne bile olduğunu bilmiyorlar.
Aslında dövüş sporları, savaş sanatlarından daha popüler hale gelmiştir günümüz Japonya’sında.
Ne yazık ki bu doğrudur. Kuralsızmış gibi düşünülen bu tarz sporlarda birisinin bu veya şu şekillerde vurmasına izin verilir (gösterir) ve bunda hiç bir tehlike yoktur. Ölüm veya yaşam kavramları bu disiplinlerden tamamen silinmiştir. Eskiden samuraylar bokken ile talim yaparken bile ölüm tehlikesi altındaydı. Onların shugyōsu, yani idmanları onlara ölüm ve yaşamın kıyısında yaşama güdüsünü kazandırdı ki bu zaten asıl önemli olan şeydir. Bugün atletler madalya kazanmak için her şeyi yapmaya hatta hileye ve dopinge bile razılar.
Bugün gençler budō çalışmıyor, hatta onun ne bile olduğunu bilmiyorlar. Budōyu oluşturanlar bizi terk edeli çok oldu ve bazen bu öğretilerin akıbetlerinin ne olacağı konusunda endişeye kapılıyorum. Şanslıyız ki burada Fransa’da ve Japonya’da Kuroda Sensei gibi, bu mirası ayakta tutan kişiler var ve şüphesiz ki onların sayesinde bu öğretiler hâlâ yaşıyor. Japonya Meiji Dönemi’nden sonra Bakumatsu Dönemi’ne girince budō neredeyse birkaç on yıl boyunca toplumdan silindi. O dönemde video yoktu ve çok az yazılı metin vardı. Olan metinler de ek bir açıklama olmadıkça neredeyse anlaşılmazdı.
Sizce Fransız aikidōsunun güçlü ve zayıf yönleri nelerdir?
Bu zor bir soru. Fransa zengin bir kültüre sahip bir ülke. Fransızlar aikidōyu seviyor ve sanatçı ruhuna sahipler. Ama nedenleri akıllarıyla anlamak istiyorlar. Benim ifade edemediğim şeyleri açıklamayı biliyorlar. Ama bunu pratiğe dökmek farklı bir iş tabii (Kahkaha atar).
Aikidōda silah çalışması önemli midir?
Aikidōyu oluşturan Ō-Sensei’dir ve Ō-Sensei her teknik gösterişinde silah kullanırdı. Silahların gerekli olup olmadığına karar vermek bizim, yani öğrencilerinin işi değildir. Bir Fransız’ın bunu sormasında şaşılacak bir şey yok ama bu soruyu Japonya’da sorsaydın anında “gerzek” damgasını yerdin (Kahkaha atar).
Yani aikidōda silah çalışmaları bu derece önemli midir?
Aikidō silah çalışmalarından doğmuştur. Silahlı ve silahsız çalışmalar birbirini tamamlar. Eğer biri boş elle yapılan çalışmalarda ustalaşırsa silahı da iyi kullanabilir ve aynı şekilde tam tersi de geçerlidir. Ama bugünlerde bu durum gerçekten azalmaktadır. Bazı insanlar ayakta iyi ama dizlerinin üstünde başarısız bir çalışma ortaya koymaktadır. Bazıları ise silahsız tekniklerde çok iyi iken eline kılıç aldığı zaman vasat bir izlenim sergilemektedir.
Suwari waza çalışmaları aikidō için gerekli midir?
Bence evet. Diz çökme durumunun getirdiği sınırlamalar, kişinin vücudunu daha iyi kullanmayı öğrenmesine fırsat verir. Karşılığında daha iyi tachi waza çalışması sağlar. Diz üstünde yapılan iyi bir çalışma, ayakta yapılacak olan iyi bir çalışmanın temelini oluşturur. Buna rağmen ayakta iyi çalışma ortaya koyan bir kişi, diz üstünde bir çalışma yapmadan, iyi bir yer çalışması ortaya koyamaz.
Ō-Sensei aikiken ya da aikijō terimlerini kullanır mıydı?
Bu kelimeleri hiç kullanmazdı. Sadece bir silah alır ve çalışırdı. Bazen “shōchikubai no ken” (çam, bambu ve erik ağacı kılıcı) ifadesini kullanırdı. Çam ağacı matsu, bambu take ve erik ağacı ume Japonya’da refah ve mutluluğun simgeleridir. Çam dayanıklılığı ve uzun ömürlülüğü ifade eder çünkü yıl boyunca yeşil kalmaktadır. Yaprakları tıpkı in (ying) ve yō (yang) gibi ikiye ayrılır ama birliktedirler ve bu da musubiyi (uyum, birliktelik) ifade eder. Bambu gücü ve esnekliği ifade eder ve göğe doğru enerji dolu bir uzaması vardır. Erik ağacına gelince, yılın en çetin ve soğuk zamanında açar ve zorluklarla karşılaşıp üstesinden gelmeyi temsil eder.
Ō-Sensei bize detaylı teknik açıklama yapmazdı ama bu kavramları kılıçla yaptığı çalışmalarında kullanırdı. O zamanlar çok az şey anlıyorduk ve sadece bir şekilde, eliyle ne yaptığını, nasıl hareket ettiğini anlamaya çalışıyor ve taklit etmeye çalışıyorduk. Hatta tekniği bize karşı uyguladığı zaman hiç bir şey anlamıyorduk çünkü onun enerjisi karşısında eziliyorduk. Gördüklerimiz bize bazen numaraymış gibi geliyordu. Ama tam aklımızdan bu fikir geçtiğinde Ō-Sensei dönüp gözlerini bize dikerdi. Belki de bize baktığında bir suçluluk duygusuna kapılıyor olmamızdandır (Kahkaha atar). Ama yine de etrafında ne olup bittiğini bilmek ve her şeyi duymak konusunda çok iyiydi.
Ō-Sensei bize, kendisine saldırmamızı söylerdi ve saldırdığımız anda kesilmiş veya vuruş yemiş olurduk. Çok dikkatli izlesek bile tekniği nasıl uyguladığını anlayamıyorduk. Çok denedik ama kendimizi hep kesilmiş bulduk. Anlayamamış birisi ile çalıştığınız zaman sizin de anlamamanız çok doğaldır. Bunun için çok üzgünüm (Kahkaha atar).
“Shōchikubai no ken” ne demektir?
Shōchikubai no ken belli bir form değildir. Ō-Sensei’nin hareketleri ruh haline göre değişiyordu. Shōchikubai belli bir form değil, bir semboldür. Batı düşünce tarzının her şeyi tanımlamak gibi bir eğilimi var. Bir şeyi tanımlamaya çalıştığın zaman onun birçok şeyden oluştuğunu görürsün. Bu birçok şey kendi içinde yine bölünür. Ta ki kişi en küçük parçaya ulaşıncaya kadar bu böyle devam eder. Ama sonra ana parçadan uzaklaştığını ve en önemli şeyi bilmediğini fark edersin: Bütünlük!
Aikidōdaki kılıç tekniklerinin kökeni nedir?
Ō-Sensei ken tekniklerini zengin bir bilgi kaynağına ve kişisel araştırmaya dayanarak oluşturdu. Takeda Sōkaku amansız bir savaşçıydı ve kılıç taşımanın yasadışı olmadığı dönemde bile yanında sürekli bir baston kılıç bulunduruyordu. Büyük bir Daitō-ryū ustası ve ayrıca Ono-ha İttō-ryū ekolünün iyi bir kılıç ustası idi. Silahsız jūjutsu teknikleri üzerine eğitim veriyordu ama ara sıra kılıç teknikleri de göstermiş olmalı. Ama o dönemde o teknikleri görseniz bile size öğretilmesini isteyemezdiniz.
Kisshōmaru Sensei Kashima Shintō-ryū çalıştı ve Ō-Sensei’nin kızı da, sonradan büyük bir kendō ustası olan tanınmış usta Nakakura Kiyoshi ile evliydi. Ō-Sensei’nin öğrencilerinden Mochizuki Minoru ve Sugino Yoshio da Katori Shintō-ryū çalışmışlardı. Ō-Sensei’nin çevresinde, yaşamı boyunca öğrencileri olsun, arkadaşları olsun birçok kılıç ustası vardı. Onun sanatı, yarattığı şeye yeni öğeler katmasına imkan sağlayan, çalıştığı şeyi geliştirip kendi oluşumuna katmasını sağlayan bu tanışıklıkların ve araştırmacı kişiliğinin bir meyvesidir.
Kişi budō çalıştığı zaman 8 yönde görmeyi ve imkanı dahilindeki ilginç şeyleri kontrol edebilmeyi bilmelidir. Kişi gözünü her zaman açık tutmalı, iyiyi elde tutup kötüyü reddederek ilginç olanı tecrübe etmelidir. Kişi bu şekilde yaşamalıdır. Ueshiba tarafından bu şekilde eğitildik ve aslında, kendi başımıza çalışmaya, araştırmaya ve anlamaya teşvik edildik.
İchi no Tachi gibi kataları oluşturan Ō-Sensei miydi?
Hayır, o katalar Saitō Sensei’nin oluşturduğu şeylerdir. Ō-Sensei bize shōchikubai tekniğini gösterirdi ama katalar çalıştırmazdı. Osaka’da yaşayan Hirokazu Kobayashi Sensei ileri seviye bir kendōka olduğu için silah çalışmaları konusunda çok deneyimliydi. Varlıklı bir aileden geliyordu ve sıklıkla Ō-Sensei’ye yolculuklarında otomo (refakatçi) olarak eşlik ediyordu. Ben Ō-Sensei’ye Tokyo’ya kadar eşlik ederdim ve o bizi Osaka’da karşılardı ve bazen bizi seçkin restoranlara götürürdü ve ben çok mutlu olurdum (Kahkaha atar). Bir keresinde bana Ō-Sensei’nin hareketlerinde gördüğü şeyleri düzeltme konusunda Saitō Sensei’ye sıklıkla yardım ettiğini söyledi.
O dönemde Ō-Sensei uygulama ile öğretiyordu. Biz ona atak yapardık ve o bize vururdu. Daha önce yaptığımız şeyi tekrar ediyorsak anında bir darbe alırdık ve bize “Bu belli idi.” derdi. Acı vericiydi ama etkiliydi. Kobayashi Sensei’nin kılıç deneyimi çok büyüktü ve Saitō Sensei dahil birçok öğrenciye epey katkısı olmuştur. Saitō Sensei bütün silah tekniklerini derlemek istiyordu. İwama’da bir evi bulunan Ueshiba Sensei’ye çok yardımcı olmuştur. Saitō Sensei aynı zamanda bir makinistti aikidō ile mesleğini bir arada yürütmesi zor bir şeydi. Bizler ise çalışmıyorduk ve kendimizi tamamen idmana adamıştık, hayatımız onunki kadar zor değildi. Fakat çoğu insan için zor zamanlardı bunlar.
Ō-Sensei İwama’da ya da Honbu Dōjō’da eşli kataları öğretmedi mi?
Hayır. İkkōyu bile öğretmedi. Bazen, havasında olduğu zaman birilerini düzeltir, hitoemi konusunda bir şeyler açıklar, bazı başka şeyler daha yapardı ama hiçbir zaman teorik bir şekilde adım adım eğitime dayalı bir yordam kullanmadı. Neden bir şeyler açıklamadığını hep merak ederdik (Kahkaha atar). Kendimize açıklama olmadan yapamamamızın normal olduğunu söylüyorduk. Ama o olayları daha geniş bir bakış açısından görüyordu. Biz ana sınıfında akademik bir münazarayı izleyen ve kendimize hiçbir şey anlamadığımızı söyleyen çocuklar gibiydik. Zamanla bazı şeyleri anlar olduk.
Eğer çarpışma varsa blok olduğu anlamına gelir ve bu da kişinin aslında kesildiğini gösterir.
Silahlarla çalıştığınız zaman silahlar hiç çarpışmıyor. Ō-Sensei de böyle mi çalışıyordu?
Bunu videolarda görebilirsiniz. Ō-Sensei asla silahları çarpıştırmazdı. Eğer çarpışma varsa blok olduğu anlamına gelir ve bu da kişinin aslında kesildiğini gösterir.
Ō-Sensei ne tür bokken kullanırdı?
Saitō Sensei İwama adını taşıyan kalın bokkenleri kullanıma soktu. Ō-Sensei genelde kokutan (abanoz) ağacından, ince, muhteşem bir Yagyu tipi bokken ile çalışırdı. Çoktan başka birine verdiğini öğreninceye kadar o bokkeni hep bana vermesini umuyordum. O çok cömertti ve elindekileri rahatlıkla başkalarına verirdi. Ō-Sensei muhtemelen gençken başka bokkenler de kullandı ama ben uchi deshi iken genelde hafif bokkenler kullandı. Eline ne gelirse onu kullanırdı ama favori bokkeni Yagyu Shinkage ya da Jiki Shinkage tipi, ince ve uzun olan bokkendi. Ama tanren çalışırken daha ağır ve kalın olan bir bokken kullanırdı. Tada Sensei o bokkeni tek elle rahatlıkla kullanırdı. Ō-Sensei’nin arkasında bir sürü bokken olan meşhur bir fotoğrafı vardır. İşte ben uchi deshi olduğumda durum öyleydi ve biz oradaki on ya da daha fazla bokkeni kullanırdık.
Aikidōdaki jō ve jōdōdaki jō arasında ortak noktalar var mı?
Hayır, iki sanatın da benzer hareket formları kullandığı doğru fakat aikidōda kullanılan jōnun kökeni yari (mızrak) teknikleridir. Ō-Sensei aslında silahlı teknikleri elleri boş, silahsız teknikleri de ellerinde silah varmış gibi çalışırdı.
Bir kişi jō ile nasıl atak yapmalı?
Aikidōdaki jō çalışmaları mızraktan gelir. Aikidōnun oluşmasından önce, Ō-Sensei mızrak üzerine olan yeteneği sayesinde tanınmıştı ve Tokyo’ya davet edilmişti. Yaptığını hiç görmedim ama mızrağının ucu ile 60 kiloluk pirinç çuvallarını kaldırabildiği söylenirdi. Gençliğinde uzun mızraklarla çalışmış ama ben onu genelde teyari (kısa mızrak) ile çalışırken gördüm. Ō-Sensei genelde jōyu kaydırırdı ki bu jōdōnunkinden farklı bir yöntem. Ben jō ile atak yaptıktan sonra, jōyu diğer tarafımda tutacak şekilde değiştiririm.
Jō kullanılırken sade tek taraflı mı çalışmak gerekiyor, yoksa sağ ve sol arasında değişimler yapmalı mıyız?
İki tarafla da çalışmak mümkündür. Ama genelde jō kullanırken alınan gard, ken kullanırken alınan gardın tersidir. Bu sayede vücudumuzu dengeli ve ahenkli bir biçimde geliştirebiliriz.
Aikidō, kendō ve iaidōnun kılıç prensipleri farklı mıdır?
Teknik olarak farklı ama özünde aynıdır. Maalesef günümüzde kendōda artık kılıçlar kesmiyor. Müsabakalarda sadece bir dokunuş yeterli. Kendō, bir anlamda, rakibin hayati olmayan bölgelerine yapılan ve gerçek dövüş halinde kişiyi karşı saldırıya açık bırakabilecek dokunuşların bile yeterli olduğu Batı eskriminin gelişimini takip etti. Bu tür bir çalışma kişinin gerçek bir karşılaşmada ölümcül bir yara almasına sebep olur. Bu disiplinler, kişinin karşıdakine ilk dokunan olmayı amaçladığı oyunlara dönüşmüştür. Kendō, öncelikli olarak geleneği korumaya çalışan bir öğretidir ama müsabakalar kendōnun budō özünü kaybetmesine sebep olmuştur. Jūdō da esnekliğe dayanan özünü kaybetti. Günümüzde yarışmacılar sadece iki ve veya üç teknik biliyor ve durum o tür tekniklere uygun olmasa bile o teknikleri zorluyorlar. Bu sayede madalya kazanabiliyorlar. Bu disiplinler, yarışmacıların ne pahasına olursa olsun kazanma arzusu yüzünden kaybolmuştur.
Ō-Sensei jō ve bokken dışında silah kullanır mıydı?
Yariyi (mızrak) bayağı uzun bir süre kullandı. Dōjōda, sıklıkla kullandığı uzun bir mızrak da vardı. Silahsız tekniklerdeki ustalığından önce bu silahtaki ustalığı ile ünlüydü. Orduda juken, yani süngü kullanmayı öğrenmişti ve Ō-Sensei’yi 30’lu yıllardan kalma bir videoda süngü kullanırken görebilirisiniz.
Ō-Sensei tanto dori de çalıştırdı mı?
Çalıştırdığını ben hiç görmedim. O günlerde yakuzalar bıçakla dövüşürdü. Bir gün bir dövüşçü “Bıçağa karşı ne yapabiliriz?” diye sormuştu. Bu tür çalışmaları ortaya çıkaranlar senpailerdir. Ayrıca gösteriler için de çok uygundu.
Yeni başlayan biri için, iyi bir forma odaklanmak mı, teknikleri destekleyen kuramlar mı yoksa vücudu doğru kullanmak mı daha önemli?
Bunlar hepsi bir arada olmalı ve zor olsa bile bunlara çalışmanın en başından itibaren odaklanmalıdır.
Teknikler tek bir hamlede mi uygulanmalı yoksa aşamalara mı ayrılmalı?
Tüm vücut uyum içinde hareket etmeli. Eğer hamle akıcı değilse işe yaramaz olacaktır. Ayakları ve elleri birlikte hareket ettirmek kolay gibi gözükebilir ama aslında yapması çok zordur. Anlama, bölünmeye dönüşmemeli. “Wakaru”, “wakeru” olmamalı (Bu bir kelime oyunudur ve wakaru (分かる) “anlamak”, wakeru (分ける) ise “bölmek” demektir). Parçalara ayırma ve düşünme metodu aikidōda ustalaşmak için yeterli bir yöntem değildir. Eğer bisiklet sürebilmek istiyorsan ve öğrenmek için bu eylemi parçalara ayırıp pedal çevirmeyi ayrı, yönlendirmeyi ayrı ve fren yapmayı da ayrı çalışıyorsan ne kadar çalışırsan çalış, bisiklet sürmeyi asla öğrenemezsin (Kahkaha atar). Aynısı aikidō için de geçerlidir. Teknikler kendi bütünlükleri içinde anlaşılmalı, çalışılmalı ve uygulanmalıdır. Eğer teknikleri parçalara ayırarak öğrenirsek onları uygulanamaz kılan kusurlar kaçınılmaz olacaktır. Bu zor bir yöntemdir fakat alternatifi yoktur, kaçınılmazdır. Bu şekilde çalışırken de elbette başka kusurlar olacaktır ama ilerleyen zamanlarda vücut onları içgüdüsel olarak düzeltecektir.
Aikidō eğitimi kotai, jutai gibi aşamalardan geçmeli midir?
Bu gibi aşamalar evet vardır, ama kişi bu terimlerinin anlamları hakkında yanılgıya düşmemelidir. Fransızca kelimeler isabetlidir fakat yeterli değildir. Kotai çalışma, sağlam çalışma demektir ama çoğu kez sert çalışma olarak yorumlanır. Bu tamamen yanlıştır. Aikidō, bu sağlam çalışmanın içinde zarif olmalıdır. Aynı şekilde Jutai de zarif çalışma olarak çevrilmeli ve gevşeklikle karıştırılmamalıdır. Bu aşamalar, kişinin önce temeli oluşturan bariz hatları öğrendiği ve sonrasında ise daha akıcı ve saf çalışmaya ulaştığı kaligrafiye benzetilebilir. Vücut da işte böyledir. Merkezde kemikler vardır ve üstünde etimiz ama biri olmadan diğeri işe yaramaz. Yani temel öğelerin jutaide bile mevcut olması gerektiği gibi zarafetin de baştan beri kotaide olması gerekmektedir. Bundan sonra ryūtai gelir ve son olarak da kişinin, partnerinin niyeti oluşur oluşmaz onu yönlendirdiği kitai çalışma gelir.
Zaten çalışmak, yapamadığımız bir şeyi yapmaya çalışmak demektir. Bu işin kısa yolu yok.
Geleneksel shu-ha-ri öğretisi aikidō için de geçerli mi?
Çay yolu olan chadō olsun, çiçek düzenleme yolu olan kadō olsun tüm geleneksel öğretilerde geçerli olabilir. Tüm bu uygulamalar bu şekilde çalışılır ve bu aşamalardan geçer. İlk aşama olan shuda öğrenci hocasını, tekniği aynı şekilde yapabilinceye kadar titizlikle taklit eder. Kişi bu seviyeye ulaşınca ufak farkların ne ima ettiğini anlamaya çalışır. Öğrenime devam etmek için artık kalıplar geride bırakıldığı aşama ha aşamasıdır. Son olarak kişi kısıtlamaların, sınırların ötesine geçer ve teknik artık onun olmuştur. Bu ridir. Günümüzde herkes riden başlamak istiyor (Kahkaha atar). Ustanın yaptığı şekilde yapamıyorlar ve başka bir yol arıyorlar. Bir şeyi yapamayıp başka bir şeyi yapmaya çalışıyorlar. Bu gibi durumlarda en başa dönmek daha faydalıdır. Birini düzelttiğim zaman bana yapamadıklarını, bunun imkansız olduğunu söylüyorlar. Ama belli bir süre imkansız olmaya devam edecek, kolaylıkla olmasını beklememek gerek. Zaten çalışmak, yapamadığımız bir şeyi yapmaya çalışmak demektir. Bu işin kısa yolu yok.
Aikikai’de düşüş nasıl çalıştırılıyordu?
Eski zamanlarda hiçbirimize belirli bir düşme eğitimi verilmemişti. Hepimiz daha önceden kendō olsun, karate olsun, jūdō olsun savaş sanatları konusunda deneyimliydik ve ilk günden itibaren acımasızca fırlatılmaya başladık. Ukeminin düşerek öğrenilebileceği düşünülüyordu.
Düşerken çok sessizsiniz, mesela çok sesli olan jūdō düşüşlerinin aksine.
Jūdōda etkiyi azaltmak için elimizle yere vurarak düşmeyi öğrettiler bize. Ama aikidōda tatami üzerine düştüğümüzü düşünmemeliyiz. Taşların üzerinde düştüğümüzü hayal etmeliyiz. Bu yüzden bu şekilde, canımızı yakmamak için yumuşak düşüyoruz. Ō-Sensei düzenli olarak gösteriler yapardı ve biz çakılın üzerinde düşmek zorunda kalırdık. Ses yapmaktansa zarif bir şekilde düşmeyi aradık. Yine de minderde gösteri yaparken halkı etkilemek için kasten sesli düşerdik (Kahkaha atar).
Genelde torinin yapması gerekenden bahsediyor ve nadiren uke hakkında açıklama yapıyoruz.
Ukemi ve ukenin yaptıkları vücudu korumayı amaçlayan hareketlerden oluşur. Bu kişinin kendi başına anlaması gereken bir şeydir. Kişi bu konuda iyi duruma geldiğinde artık kaeshi waza yani karşı teknik yapmak mümkündür.
Yaptığınız hazırlık egzersizleri sunacağınız teknik ile mi alakalı yoksa sadece açma-germe ve ısınma amaçlı mı?
Geçmişte derslere ame no torifune ile başlardım. Sonra ikyyo undo gibi başka öğretici egzersizler de oldu. Ō-Sensei bunları uygulardı ve bu egzersizler genç insanlar için çok iyi. Çocuklar da bunları çok seviyor. Ama şimdi daha yaşlıyım ve vücuduma karşı daha duyarlıyım. O ana göre bir egzersizin iyi olduğunu hissediyorum ve derse hazırlık buna göre farklı şekillerde olabiliyor. Bunları sıklıkla tekrarlıyorum ama bunlar benim zamanla keşfettiğim ve bana sıhhat getiren şeyler. Şu sıralar bana ilginç gelen bir Çin jimnastiği de yapıyorum. İnsanlara bunları öneriyorum. Herkes kendine uygun olan şeyi bulup yapmalı.
Egzersizler başta sağlık amaçlı yapılabilir ama yavaş yavaş vücuda yönelik iç-gözleme dönüşmesi gerekir. Bütün ayrıntılara dikkat ettiğinizde her gün yaptığınız bir egzersizin, ertesi gün çok zor geldiğini göreceksiniz. Vücut sıra dışı bir şeydir ve onu dinlemeyi öğrenmelisiniz. Bu şekilde oturduğumda (Tamura Sensei koltuğa kendini bırakır) enerjinin vücudumda doğru bir şekilde akmadığını hissediyorum. Ama bu şekilde iken (Sensei muhteşem bir shisei ile oturur) çok daha iyi hissediyorum. Doğru eylem, hoş bir duygu ile bağlantılıdır.
Vücutlarımız kendi içinde doğru duruşun hatırasını taşır. Doğal olmayan duruşlar vücut üzerinde baskı oluşturur. İlk bakışta rahat gibi gözüken duruşlar genelde yanlıştır ve vücudun doğal bir şekilde işlemesine mani olabilir. En doğru olan duruşlar en sağlıklı olanlardır. Bu duruşlar zorlanma hissi vermez ve ne kadar uzun yapılırsa yapılsın sizi yormaz. Eğer shiseiniz düzgün ise nefesiniz düzelecek ve vücudunuz rahatlayacaktır. Kokyū hō çalışmanın bu kadar önemli olmasının sebebi budur. Aynı çalışmayı yoga veya zazende de bulabilirsiniz. Budōkaların da, yogilerle veya zen rahipleriyle aynı duruşa sahip olması gerekir.
Son zamanlarda iaidō çalışılması dikkate değer şekilde arttı. Bunun aikidōda ilerlemeye yardımcı olduğunu düşünüyor musunuz?
Fransa’ya geldiğim zaman, insanlardan bokken, jō ve tantō ile çalışmalarını istedim. Ama sadece bokken kullanarak bunun aikidōnun kılıç kullanımından geldiğini anlamak kolay değil. Bu yüzden bir shōdan sınavında öğrencilerden dört iaidō katasını bilmelerini istemiştim. O zamanlar ben çok fazla bilgiye sahip değildim ve yanlış şeyler yaparak bileklerimi sakatladım. Geleneksel olarak görülen Omori-ryū, Eishin-ryū gibi ekoller bugün hâlâ geçmişte olduğu gibi mi çalışılıyor? Buna cevap vermesi zor. Kuroda Sensei gözetiminde çalışıp tek ve akıcı bir hamlede kılıcımı çekebilmeyi öğrenmeyi isterdim. Sadece kılıç çekmeyi değil vücudumu bir bütün halinde kullanabilmeyi de isterdim.
Aikidōda atemi önemli midir?
Ō-Sensei “Aikidō atemi ve irimidir” derdi. Ama bunu öğrencilerinize söyleyecek olursanız çalıştıkları tek şey atemi ve irimi olacaktır. İnsanlar böyledir. Atemi çalışmak, size vurulmadan vurabilmeniz anlamına gelir. Eğer yanlış çalışırsanız atemi almayı riske etmiş olursunuz. Eğer düzgün çalışırsanız atemiyi istediğiniz zaman kullanma şansına sahip olursunuz. Ateminin aslı budur. Bir gün bir boksör geldi ve Ō-Sensei’yi arkadan kavradı. Ō-Sensei güldü ve kahkaha atarken iki parmağını boksörün gözlerine soktu. Hiç eğitim olmadan bile bir parmak yapısı itibarı ile sert olamayan bir gözü delebilir. İşte bu duruma şahit olarak Ō-Sensei’nin bize ne öğretmeye çalıştığını anladım. Türlü fırsatı kaçırır ve bir makiwara ile çalışarak sert vurmaya çabalar dururduk ki yaptığımız şey de buydu (Kahkaha atar).
Musubinin anlamı nedir?
Aikidō musubidir. Musubi aynı zamanda, “doğum, yaratma” gibi anlamlara sahiptir. Birçok gizli anlamı vardır ve bunları sadece bir kelime veya fikre indirgeyemeyiz. Ayrıca bu musu Takemusu’da karşımıza çıkan musudur. İndirgeyemeyiz çünkü ortaya bir şey çıkaran bir birleşim vardır. Kadın ve erkek birleştiği için bir bebek doğar. Eğer kişi kendini farklı, eşsiz, “başka” görürse ortaya hiçbir şey çıkmaz. Bu ayrıca Ō-Sensei’nin bize öğretmek istediği şeydir. O “ame no ukihashi ni tatete” (“yer ve gök arasındaki dalgalanan köprüde durmak”) derdi. O zaman ne demek istediğini merak ediyorduk (Kahkaha atar). Ama şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Yer ve gök arasında bizim birleştirdiğimiz ve geçtiğimiz bir köprü var.
Budō bir arınma yoludur. Misogi haraidir. Rakibi yok etme yolu değildir. Zafer veya yenilginin ötesinde bir şeydir. Bu, musubi fikriyle ilgili olarak ustamızın bize katmaya çalıştığı şeydi. Yavrusunu koruyan bir anne bunun (武) gerçek bir örneğidir ve aikidōnun aisi (合) ile aynı anlama sahiptir. Bu kesinlikle karşıdakini yok etmenin zıddıdır. Tabii ki de bu bizim için o zamanlar anlaşılamazdı. Ve biz yine üniversite düzeyindeki tartışmalardan bir şey anlamayan kreş çocukları gibiydik (Kahkaha atar). Eski Mutekatsu-ryū, silahsız tekniklerle kazanan ustaların çalıştığı okul olarak bilinirdi. Diğer uchi deshilerle muteki (silahsız) savaşabilmek çok üstün bir seviye olmak gerekir diyorduk. Muteki savaşmak, Ō-Sensei’ye göre hepimizin silahsız ve yine hepimizin aynı olmasıdır. Bu ifade aynı zamanda tamamen farklı bir ifadeyi de ortaya koyuyor. Silah olmayınca ve kardeşlik ruhu içinde çatışma ortaya çıkmaz ve kazanan ya da kaybeden olmaz. Bizler olağanüstü bir eğitim aldık ama gözlerimiz kördü ve öğrencilerimize de bu cahilliğimizin ceremesini çektirdik.
Günümüzde birçok farklı aikidō ekolü var. Ō-Sensei hâlâ referans noktası olmalı mı?
Aikidō Ō-Sensei’nin oluşturduğu bir şeydir. Shin Aikidō (“Yeni Aikidō”), Tamura-ryū ya da diğer okulların hiçbir hükmü yoktur. Aikidō aikidōdur ve Ō-Sensei’nin çalışma seviyesine ulaşabilmeyi amaçlayan bir çalışmadır. Bir fincan çay yandan, üstten ve alttan farklı görünüşlere sahip olabilir. Bugün herkes, sınırlı görüşleriyle kendisinin doğru yolda olduğuna inanıyor ve diğerlerini karşısına alıyor ama bunu yaparak Ō-Sensei’nin öğretilerine de karşı çıkmış oluyorlar. Kişi kalbini açmalı ve şu ya da bu bakış açılarının da ilginç olabileceğini görmeli. Her ne kadar temellere riayet etmemiz gerekse de kesinliklerin arasında sıkışıp kalmamalıyız.
Gerçek bir usta, kendini ifade ettiği her alanda öne çıkacaktır. Eğer durum bu değilse demek ki o bir düzenbazdır.
Ō-Sensei aikidōyu başka geleneksel öğretilerle bağdaştırır mıydı?
Bu konuda hakkında hiç konuşmazdı ama sıklıkla kaligrafi yapardı. İlk başta bunun o kadar da muhteşem bir şey olmadığını ve onun karakterlerinin bir çocuğunkine benzediğini düşünürdüm. Ama bir gün bir kaligrafi ustası onun çalışmasını görmüş ve “Kesinlikle sıra dışı, kim çizdi bunu?” demişti. Sonrasında Ō-Sensei’nin çizimleri daha ilgi çekici oldu ve kaligrafisi çok övgü aldı. Kaligrafide çizerin kalbini görebiliriz. Gerçek bir usta, kendini ifade ettiği her alanda öne çıkacaktır. Eğer durum bu değilse demek ki o bir düzenbazdır (Kahkaha atar). Çok da haddimizi aşmayarak, diyeceğim şudur ki, bence usta seçtiği yollarda ortaya çıkar.
Aikidōnun köklerinden biri de Daitō-ryūdur. Ō-Sensei çalışmalarını nasıl geliştirdi?
Başta Ō-Sensei bize tamamen Daitō-ryū öğretiyordu. Yavaş yavaş, dinî inançlarının da etkisiyle hayat görüşü şekillendikçe çalışmaları da gelişti. Bu değişiklikler birden gerçekleşmedi ve hatta bazen dışarıdan görmesi bile olanaksızdı. Dışarıdan hep aynı gibi görünen ikkyōsunu farklı bir gaye doğrultusunda icra ediyordu.
Aikidō çalışmadan evvel başka savaş sanatları ile ilgilendiniz mi?
Lisede babamın bir arkadaşı olan bir hoca ile kendō çalışmıştım ve jūdō çalıştım.
Nasıl ve neden aikidō çalışmaya başladınız?
Aikidō hakkında bir şeyler duydum ve bu disiplini çalışmak istedim çünkü jūdōda çok iyi değildim ve sürekli pataklanıyordum. Bu yüzden benim herkesi pataklayabileceğim bir budō çalışmak istedim (Kahkaha atar).
O zamanlar gününüzü nasıl geçiriyordunuz?
Saat 06.30’da sabah idmanı vardı ve biz dōjōda yatıp konakladığımız için aceleyle kalkıp yatağımızı kaldırmak ve ortalığı toparlamak zorundaydık. Biz bazen içeride yatıyorduk ve ilk öğrenciler tarafından uyandırılıyorduk. Sonrasında 8’den 9’a kadar olan idman vardı. Ardından kahvaltı yapardık. Gün içinde işimizle ilgilenir ve akşam tekrar idman için dōjōya gelirdik. Giderek derslerin sayısı arttı. Ben ayrıca Ō-Sensei’ye yolculuklarında eşlik ederdim.
Ō-Sensei seyahat ederken nasıldı?
Trenle seyahat ettiğimiz zamanlar bilet almamız gerekiyordu ve tabii ki de sırada beklemek zorundaydık. Ama Ō-Sensei beklemeksizin çekip giderdi. Yanımızda bavullar da olurdu doğal olarak. Kapılar falan vardı ama hiç kimse sanki etrafta hiçbir şey yokmuşçasına yürüyen yaşlı bir adamı durduramazdı. Ben de telaşlanırdım ve kısa boylu olduğu için kalabalığın içinde onu görmek zordu. Sonunda onu bulurdum ve bir şekilde trene binerdik. Tokyo’da uchi deshilerin, döndüğü zaman onu karşılaması gerekirdi. Ve bizim tabii ki onun hangi vagonda olduğunu bilme şansımız yoktu. Sadece hangi trenle geleceğini bilirdik. Girişte bekler ve kalabalığın içinde onu görmeye çalışırdık. Bazen onu bulduğumuzda çoktan taksiye binmiş olurdu ve döndüğümüzde bize uyarıda bulunurdu. Her şey bir ders niteliğindeydi. Ayrıca Ō-Sensei ani kararlar verirdi. Bir gün benden gidip bir taksi bulmamı istedi. Ve biz Shibuya’ya doğru yola koyulduk çünkü Korindo adlı dinî anıta gitmek istiyordu. Taksi şoförü Korindō’nun nerede olduğunu bilmiyordu ve Ō-Sensei sinirlendi. En sonunda Ō-Sensei yolu hatırlamıştı ve oraya varabildik. O gün, daima gittiğim yer hakkında ve oraya nasıl gidildiği hakkında kendimi eğitmen gerektiğini anladım.
Ō-Sensei nasıl yürürdü?
Görünüşte diğer insanlar gibi yürürdü. Ama geleneksel tatami üzerinde hep tabi giymeye çalışırdı. Bu aşırı derecede zor bir şeydir çünkü çok kayganlardır. İşte bu şekilde sıra dışı bir teknik geliştirdi. Diğer uchi deshilerle birlikte, Ō-Sensei’nin tabilerinin, ayak ve başparmağın birleştiği yerde beyazladığını fark etmiştik. Bu nokta, normalde diğer insanlarının tabilerinde yıpranıp beyazlayan bir nokta değildir.
Eskiden herkes hakama giyiyor muydu?
Evet, hakama geleneksel savaş sanatlarının idman kıyafetidir. Kendō, kyūdō, iaidō ve benzeri sanatlarda ayrı ayrı kullanılır. Hatta hakamasız çalışmak yasaktı.
Az da olsa hakama giymeme gibi bir durum yok muydu?
Hayır. Aslında dolaysız olarak, istemeden de olsa herkesin başlangıçtan itibaren hakama giymemesinin sebebi benim. Uchi deshi iken bir üniversitede ders vermekle yükümlüydüm ve savaştan sonra öğrenciler genelde yoksuldu. Bu yüzden bazıları aikidō çalışamıyordu ve ben de Kisshōmaru Sensei’ye öğrencilerin, ikinci yıllarına kadar hakama almamalarının mümkün olup olmadığını sordum. Bu talep değerlendirildi ve sonuç olarak öğrenciler ilk yıllarını hakamasız çalışabildiler. Sonra bu durum giderek yaygınlaştı. Japonya’da üniversitede öğrenciler genelde her gün çalıştıkları için bir sene içinde 2. kyū (beyaz kuşak dereceleri) derecesine kadar geliyorlardı. Böylece bu durum genelleşti.
Fransa’ya geldiğimde tüm öğrencilerin hakama giymesini sağlamaya çalıştım ama başaramadım. Eğitmenler hakama giymemenin öğrencileri daha fazla çalışmaya meyil edeceğini düşündüler. Onlara herkesin başlangıçtan itibaren hakama giymesinin başka öğrencileri daha fazla cezp edeceğini söyledim ama ikna olmadılar (Kahkaha atar).
Hakamanın katlarının bazı erdemlerle bağlantılı olduğu da söylenir. Ō-Sensei hiç bundan bahsetti mi?
Hayır, bu konu hakkında bir şey söylediğini hiç duymadım.
Hakamanın altına niye pantolon giyiyoruz?
Bence hakamanın suwari wazada çabuk yıpranmasını engellemek sebeplerden biri olabilir. (Not: Aikidō, hakama altına pantolon giyilen tek disiplindir. Kendō, kyūdō, iaidō ya da diğer geleneksel sanatlarda böylesi bir durum yoktur.)
Siz uchi deshi iken Ō-Sensei ömrünün büyük kısmında nerede geçirdi?
Her yerdeydi. Bir haftayı orada, bir haftayı burada geçirirdi. Tokyo’da olduğunu düşündüğünüzde çoktan Osaka’ya yola çıkmış olurdu. Kansai’de olduğunu düşündüğünüzde İwama’da olurdu ve İwama’da olduğunu düşündüğünüzde size bir telefon gelir ve onu tren istasyonundan almanızı söylerdi. Ayrıca sıklıkla Wakayama’ya, Hikitsuchi Michio’nun yanına giderdi. Şüphesiz ki bu huyunu, bir hafta bir yerde eğitim verip sonra başka bir yere giden Takeda Sōkaku’dan aldı. Bir yere bağlı kalabilecek kişilerden değildi.
Ō-Sensei’ye sorular sorar mıydınız?
Bir uchi deshi olarak Ō-Sensei’ye soru sormak söz konusu bile olamazdı. Mümkün mertebe dikkatli dinliyor, düzeltmelerini özümsüyor ve kendi aramızda fikirlerimizi paylaşıyorduk. Tekniğimizi bu şekilde geliştirmek zorundaydık.
Bir kişi Ō-Sensei gibi ölüm-kalım durumlarıyla yüzleşmeden onun etkililiğine kavuşabilir mi?
Hayır. Bir dövüş kazanmak istiyorsan tabanca kullanmayı öğrenmen daha iyidir. Asıl soru aikidō çalışmasında bizim ne aradığımızı bilmektir.
Eskiden hiç zorluk çektiğiniz zamanlar olmadı mı?
20 yaşındayken hiçbir şey zor gelmez. Paramız yoktu ve biz de pazara gidip turpların satılmadan evvel kesilip atılan yapraklarını toplardık. Manavlar bize tarihi geçmiş bazı ürünleri verirlerdi. Ben manavlara “Bu çürümek üzere, bunları satabilirsen şaşırırım” derdim ve onlar da “Evet, haklısın bunu almandan başka çaremiz yok” derlerdi. Ameyoko’da, Umeo’da kapanan dükkânlar oldu. Bir sürü genç kızın çalıştığı bir pastane vardı. Noel’den sonra pastaları satmaları çok zor olurdu ve biz gidip onları da toplardık. Böylesi zamanlardı.
Kuwamori Dōjō’da henüz 1. dan bile değilken 5. danlara eğitim verdiğinizi de duydum.
Evet, bu doğrudur. Bizler uchi deshiydik ama çok fazla bilgimiz yoktu. Oraya, buraya eğitim vermeye gönderiliyorduk. Hatta bir ara orduda bile eğitim verdim. Orduda, gerçekten sıra dışı bir insan olan Sasaki Sensei ile tanıştım. Sonra bir casus okulu açtı ama kapatmak zorunda kaldı çünkü bu olay Time dergisinde yayımlandı. Japonya’dan ayrılır ayrılmaz Aikikai’de yerime bir yıllığına bakmasını rica ettim. Ama bu kırk yıldan fazla sürdü (Kahkaha atar).
Kişinin sadece zaman yardımıyla anlayabileceği şeyler var mı?
Ō-Sensei’nin öğrencilerinden biri aynı zamanda naginata çalışıyordu. Ustası, o dönemde bu silahın ordudaki en büyük kullanıcılarından biriydi ve ben onun bir gösterisine davet edilecek kadar şanslıydım. Usta 75 yaşında bir büyükanneydi. Gösteriden sonra ona tanıtılma ayrıcalığına sahip oldum. Çok takdir ettiği ve en büyük budōka olarak gördüğü Ō-Sensei hakkında konuşmayı hiç kesmedi. Aniden bana baktı ve kaç yaşımda olduğumu sordu ve ben de 20 dedim. Bana “70 yaşında gelinceye kadar hiçbir şey anlayamazsın.” dedi. Kendi kendime “Ne kadar küstah bir nine!” dedim. Şimdi haklı olduğunu anlıyorum (Kahkaha atar).
Ō-Sensei’nin sadece uchi deshilere kaeshi waza öğrettiği söyleniyor.
Onun ne yaptığını anlayabilecek derecede eğitim görmüş kişiler sadece biz uchi deshiler değildik.
Hâlâ dōjō yaburileri (düello) var mı?
Geçmişte vardı ama şimdi hiç yok. Ama şöyle ilginç bir olay var: Haga Sensei genç ve ünlü bir iaido ve kendō shihanıydı ve fevkalade bir ustaydı. Japonya’da bir müze bir kılıç satın aldığı zaman onun gerçek olduğundan emin olmak ister ve ustalardan kılıçların denenmesi istenir. Eğer bu görev yanlış kişiye verilirse kılıç telafi edilemez bir şekilde hasar görebilir. Haga Sensei bu işle meşguldü. O ayrıca çok uç bir kişilikti. Bazen savaş sanatları hakkında bir tartışma olduğunda ve birileri içki içip konuşurken kontrolü elden kaçırdığında, gerçek bir kılıç ile, o kişiden, sözlerini geri almasını isterdi! Bir gün dōjōmuzdan haberdar olup gelmiş. Ō-Sensei’yi çalışmada görmemişti ama biz onu nazik bir şekilde akşam yemeğine davet ettik. Bizim dikkate değer bir dōjō olmadığımızı düşünmüştü. Maddi durumu kötü olduğu için bir sene boyunca akşam yemeklerinde bize eşlik etti. Günün birinde işi yüzünden Kore’ye taşınmak zorunda kaldı ve bizle vedalaşmaya geldi. Ō-Sensei onu dōjōya davet etti. Ona bir bokken verdi ve “Sadece dōjōda yürüyeceğim. İstediğin zaman bana vurabilirsin” dedi. Sonra Haga Sensei’nin bana “Tamura, hiçbir açık vermedi ve ona vuramadım. Beni yendi. Bu şekilde yenilmek ve geçen bir yıl içinde ondan hiç eğitim almamış olmak çok kötü” dediğini hatırlıyorum.
Geçmişte shurikenlerle de çalıştığınızı duydum.
Hepimiz bu şeylerle oynardık. Ayrıca Shinjuku’da ipponba getalar ve demir getalar giyip gezerek eğlenirdik. Yamada, Kanai, Saotome, Chiba, Noro ve Sugano ile takılırdım.
Şu an ki dōshuyu bir zamanlar hedef olarak kullandığınıza dair bir yazı okudum.
Evet, bunu yapan Noro’ydu (Kahkaha atar). O bu işte iyiydi ve hem uzaktan hem de isabet ile atabilirdi. Ben farkında değildim ve bir gün, o zamanlar küçük bir çocuk olan Dōshu’dan hedef olmasını istemiş. Tüm vücudunun etrafına shurikenler fırlattı ama sonuncusu bacağına denk gelmişti. Moriteru hemen ağlamaya başladı ve Noro ona kimseye bir şey söylememesini ve karşılığında ona çikolata alacağını söyledi. Üç gün geçmişti, Moriteru acı içindeydi ve eve geldiğinde düştüğünü söylemişti. Buna rağmen Noro hâlâ sözünü tutmamış ve Moriteru onu şikayet edip ona “Yalancı!” demişti (Kahkaha atar). 40 yıl sonra Noro ona koca bir paket çikolata hediye etti.
Japonya’da 8’in olumlu bir anlamı vardır ve ideogramı bir kapıya benzer. 8’den sonra başa döneriz.
Bir süre önce Yamada Sensei 9. dan seviyesini reddettiğinizi yazdı. Bunun sebebi nedir?
Ō-Sensei bize aikidōda 8. dana kadar ilerlenebildiğini ve bu 8’in, yolun sonu olup bizi en başa döndürdüğünü söylemişti. Japonya’da 8’in olumlu bir anlamı vardır ve ideogramı bir kapıya benzer. 8’den sonra başa döneriz. Bu Ō-Sensei’nin bize öğrettiği ve benim de, bana 9. danı teklif edenlere söylediğim şeydir. Sonra bana Japonya içinde 9. dan’ı teklif ettiler ve bu beni tatsız bir duruma soktu (Kahkaha atar). Ben de onlardan bu unvanı ben öldükten sonra vermelerini rica ettim. Maalesef böylece bu sefer de ben onları nahoş bir duruma sokmuş oldum. Şimdi benden genç olan ve 9. danı almaya memnun olacak kişilerin sabırla beklemesi gerekiyor. Kendilerine “Acaba Tamura Sempai neden 9. danı kabul etmiyor?” diye soruyor olmaları lazım. Buradaki mesele dōshu ile anlaşamam değil. Sadece öğrencilerime bu tür durumların değiştiğini ve bana şimdi 9. danı teklif ettiklerini söylemek zor olacaktır (Kahkaha atar). Dōshu şu an zor durumda ve bu gerçekten beni utandırdı. Umarım tüm bu meseleler çabucak unutulur.
Öğrencileriniz için temennileriniz nelerdir?
Aikidō kişinin kendisini keşfetmesine ve mutlu, dolu bir yaşam sürmesi için kendini bir insan olarak yapılandırmasına imkan verir. Öğrencilerim benim çocuklarım gibidirler. Onların mutlu bir yaşam sürmelerini ve esen olmalarını umuyorum. Mutluluğa giden bir yol bulmalarını ve ölecekleri zaman hayatlarına geriye dönüp bakınca “Buna değerdi.” diyebilmelerini diliyorum. İnsanların aikidō çalışarak edinmelerini istediğim şey budur.
Teşekkür ederim Sensei.
Leo Tamaki (röportajı yapan kişi):
Leo Tamaki 30 yılı aşkın bir süredir savaş sanatları ile ilgileniyor. Jūdō, kung fu ve karate çalıştıktan sonra, şu an eğitimini verdiği aikidōya başladı. Kuroda Sensei’nin öğretisini takip ettiği Tokyo’da ve Paris’te yaşıyor. Makalelerini online olarak www.leotamaki.com adresinde bulabilirsiniz.
İngilizceden Türkçeye çeviren: Ümit Duran
İngilizce metin için tıklayınız.
Fransızca metin için tıklayınız.
Kaynak gösterildiği taktirde bu çeviriyi alıntılayabilirsiniz.